Ülkelere aydınlanma, gökten zembille inmez.
Öte yandan üç kirazı bir araya getirmeden de aydınlanma olmaz.
Aydınlanmanın olabilmesi için berrak, önüne ket vurulmayan, neyi, ne kadar, nasıl yapacağı tarif edilmeyen beyinlere ihtiyaç vardır.
Osmanlı’da olmayan, haydi biraz insaflı davranayım çok az olan “şey”den söz ediyorum.
Bunun en büyük nedeniyse, Osmanlı’nın İslam’ın en bağnaz dönemine rast gelmiş olmasıdır.
Eski Yunan’dan devraldığı bilgiyi Avrupa’ya taşıyan dönemin İslam’ı ile “düşünme eyleminin dondurulduğu” dönem arasında, kuşkusuz son derece önemli bir fark vardır.
Osmanlı’nın sonunu getiren de bu olacaktır!
***
Aydınlanmayı çeşitli önemli dönüm noktalarına göre tarihlendirmek mümkün.
Eski Yunan’dan ya da Orta Çağ’ın nihayete ermesinden veya Fransız İhtilali’nden başlatabiliriz.
Matbaayla ya da Sanayi Devrimi’yle ilişkilendirebiliriz.
Varmak istediğimiz noktanın ne olduğu, başlama noktası olarak hangisini seçeceğimize bağlı.
Seçemeyeceğimiz, sözünü edeceğimiz ülkede toplumsal yapının ve siyasal otoritenin haldeki durumudur. Bir başka deyişle, toplumsal durum ve ülkeyi yöneten siyasi otoritenin hal-i pür melali neyse, aydınlanmanın durumu da odur.
Ne yazık ki, içinden süzülüp geldiğimiz Osmanlı için uygun koşullar hiçbir zaman hasıl olmadı.
Peki hiç mi aydını yoktu Osmanlı’nın?
Vardı kuşkusuz.
İçinde bulundukları durum ve şartlar göz önünde tutulduğunda, hakları ödenemeyecek kadar değerliydiler.
Bu nedenle de ömürleri zindanlarda geçti, iplerin ucunda nihayet buldu.
Midhad Paşa işte bu çok değerli bir avuç Osmanlı aydınından biriydi.
***
Bugün bile “meseleler”ini çözememiş bir toplumsak, nedeni Volter, Montesquieu, Jean Jacques Rousseau gibi aydınlara sahip olamayışımızda, böylesi aydınları üretecek toplumsal koşulları yaratamamamızda yatar.
Fransızlar ihtilallerini bu önemli aydınlara ve daha da önemlisi, bu aydınların yetişmesini sağlayan sosyal ve siyasal koşullara borçludurlar.
Midhad Paşa tıpkı sözünü ettiğimiz aydınlar gibi, Osmanlı’nın berbat istibdadına rağmen, bizim topraklarımızda filiz verme çabası gösteren son derece önemli bir aydındır, aydınlanmacıdır.
***
Bütün bu lafları, içinde bulunduğumuz günlerde yayınlanan çok değerli bir kitap nedeniyle ettim.
Bazen, bir kitap okuduğumda “Keşke ben yazsaydım!” dediğim olur.
Nedeni malûm, yazar kıskançlığı.
Bu “Keşke ben yazsaydım” düşüncesine arada bir “daha iyi yazardım” gibi bir duygu da egemen olur.
Şule Akşun’un “Karanlıktan Doğan Aydınlık MİDHAD PAŞA” isimli çalışmasını okurken böyle düşünmediğimi söylemem lazım.
Evet “Keşke ben yazsaydım”, çünkü bu kadar değerli bir aydınlanmacının mutlaka yazılması gerekiyordu ve keşke bu hakkı verme onuru bana nasip olsaydı.
Öte yandan itiraf etmeliyim ki Şule Akşun, Mithad Paşa’ya hakkını sahiden tam da verilmesi gerektiği gibi vermiş.
***
“Bu kitap mutlaka ama mutlaka okunmalı!” dediğim olur.
“Karanlıktan Doğan Aydınlık MİDHAD PAŞA” işte tam da böyle kitaplardan.
Bayanlar, Baylar ve Çocuklar,
Cumhuriyet kolay kurulmadı.
Köhne, istibdat altında inim inim inleyen, aydınlanmadan zerrece nasibini almamış, matbaasına bile zor zahmet kavuşmuş bir toplumdan genç Cumhuriyet’in çıkması hiç de kolay olmadı.
Evet sorunlarıyla boğuşan, henüz aydınlanmasını tamamlamamış bir toplumuz. Bunu kabul etmemiz gerekiyor.
Öte yandan, Mustafa Reşit Paşa, Ali Fuat Paşa, Midhad Paşa olmasaydı buna da ulaşamazdık.
Beğenelim, beğenmeyelim İttihat ve Terakki’nin filizlenmesine yol veren Midhad Paşa ve benzeri büyük aydınlardır.
Ki o İttihat ve Terakki, Cumhuriyet’in yolunu açacaktır…
Sivil olsun asker olsun her biri gerçek birer Osmanlı aydını olan genç Cumhuriyet’in kadroları, aydınlanmaya dair ilk derslerini Midhat Paşa gibi bir avuç aydından aldılar.
Özgür düşünme geleneği olmayan bir toplumdan yüzü batıya dönük, din işleriyle devlet işlerini ayırmanın ne anlama geldiğini anlayabilen, demokrasinin önemi üzerine kafa yorabilen bir toplum olabilmemizi, Midhad Paşa gibi son derece önemli bir avuç aydınlanmacıya borçlu olduğumuzu asla unutmamalıyız.
Kitabın arka kapak yazısında, bir başka aydınlanmacı olan Ahmet Vefik Paşa’nın meşhur sözünden alıntılandığı gibi söyleyecek olursam:
“Bu memleket aydınlara atılan taşlarla inşa edilmiştir…”
Sadece bu nedenle bile, Midhad Paşa’yı aktüalitemize taşıyan Şule Akşun’a kocaman bir teşekkür borçluyuz.
Kitabın da yazarın da yolu açık olsun.
Comments