top of page

İSTANBULLU HİKAYLER




“Bir kentte yaşıyor olmanız, oralı olduğunuzu göstermez” diyor Balcıgil ve ekliyor: “Dağarcığınızda saklı, yeri geldiğinde anlatacağınız hikâyeler hangi kente, kasabaya, köye dairse, oralısınızdır.”


Daha çok romanlarıyla öne çıkan, kendine özgü bir okuyucu kitlesi yaratmayı başaran Osman Balcıgil, okurlarının karşısına ilk kez bir hikâye kitabıyla çıkıyor.


Daha önce novella, deneme, araştırma türünde kitaplar da yazan Balcıgil’in hikâyeleri, daha çok yaşanmışlıklar üzerine kurulu. Hikâyelerinden bazılarının yazarın bizzat kendi başından geçenler olduğu çok belli. Öte yandan kulak misafiri oldukları ya da tahayyül gücünü konuşturdukları da var.


***

On hikâyeden oluşan İstanbullu Hikâyeler’de, başrol kuşkusuz İstanbul’un bizzat kendisi. Öyle hikâyeler ki bunlar, başka bir kentte, kasabada, köyde gerçekleşme ihtimallerinin olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.


Yerleşimler, insanların hayatlarına renklerini verirler. Söz konusu İstanbul olunca, bu renk çok ama çok baskındır. Belli ki yazarımızın hayatında da İstanbul’un önemli bir yeri ve iliklerine kadar işlemiş rengi var. Balcıgil ilk hikâyesinden itibaren bu havayı hissettirmeye başlıyor. Tasvir ettiği Ermeni Mahallesi ve hikâyenin kahramanı Kuklacı Nubar Dayday’la birlikte, kendimizi kitap boyunca bir daha kurtaramayacağımız büyük bir yaşanmışlığın içinde bulacağımızı hissediyoruz.


İstanbul gibi dünyanın en eski ve önemli kentlerinden birinde doğup o kentte yaş alıyorsanız, geçmişe doğru yolculuğa çıkmanız kaçınılmaz. Kentin rengi gibi, kokusu ve dokusu da sizi buna zorlayacaktır.


Bir bina ya da meydan veya tiyatro, sinema, vapur düdüğü, çan sesi, her dilden konuşmalar, güvercinlerin kanat çırpışı, martıların haykırışı, seyyar satıcıların, taksicilerin, çarşı esnafının seslenişi, çok sayıda yokuşun dibinde kucaklaşacağınız iyot kokusu, sırtında dünyayı taşıyan bir hamal, öfkesi burnunda bir bekçi, çocuk oyunları, verilen bir selâ, mini etek, apartman topuk, yumurta topuk, ayakkabılarının arkasına basmış bir külhanbeyi, geceyi teslim alan sarhoş muhabbetleri, patlayan bir silah, yere düşen genç bir adam…


Balcıgil İstanbullu Hikâyeler’de Bizans’a da gidiyor İkinci Dünya Savaşı’na da. 12 Eylül faşist diktatörlüğünün ayak seslerini de aktarıyor, kente dair aşk dedikodularını da. Bazen bizzat içinden, kimileyin biraz ucundan ama daima bildiği yerden çıkmış çocuk iştiyakıyla.


***

Ela Gözlü Pars Celile, Yeşil Mürekkep, Afife Jale, İpek Sabahlık, Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var, En Hüzünlü Eylül, Melek Terörist Fahişe gibi romanlarından tanıdığımız ve sevdiğimiz Osman Balcıgil bu kez bir hikâye kitabıyla karşımızda.


“Neden bir hikâye kitabı?” diye soruyoruz Balcıgil’e.


“İstanbul dürtükledi, gönül koydu, zorladı çünkü!” diye cevaplıyor ve ekliyor:


“Aslında İstanbul neredeyse bütün romanlarımda var. Öte yandan her mevzu orasından burasından çekiştirmeye, dallandırıp budaklandırmaya, bir başka deyişle roman ölçeğine taşınmaya gelmez. Bazılarını okuyucunun muhayyilesine emanet etmek gerekir. Sanıyorum daha çok bu nedenle.”


Osman Balcıgil tarafından kaleme alınan İstanbullu Hikâyeler Kara Karga yayınevi tarafından yayınlandı, raflara çıktı.

44 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


31 MART
1 NİSAN
bottom of page